Festival Habercisi - 2

 Bu yazı 3 Temmuz tarihinde Yeşil Gazete'de yayımlanmıştır.

Yazı dizisine başlarken;



Müzik festivalleri -öteki.” yaşamdır. Başka türlü olmanın, normal toplumsal yasa ve yükümlülüklerden uzak bulunmanın, ciddiyetin çok çok ötesinde ve hatta ciddiyetle ilgisiz; gücünü “o an-orada” bulunan insanların organik iletişiminden alan, eğlencenin, dans etmenin, gülmenin yer aldığı, buna karşılık üretim ve kalkınmanın olmadığı geçici alanlardır. Woodstock’69 afişindeki gibi “3 gün boyunca barış ve müzik”in yer aldığı, devrim yapmak değilde “devrimin kendisi olma”nın alanlarıdır.




Müzik festivalleri, sıradan ya da rütin hayatlardan uzaklaşılan, üzerimizde baskı oluşturan her türlü iktidardan, kurulu düzenlerden, endüstriyalizmin insana sunduğu çark rolünden ayrı, geçici özgürlüğün kutlandığı alanlardır. Bu alanlarda tüm hiyerarşik rütbeler, ayrıcalıklar, normlar ve yasaklar askıya alınır. Normalde; kast, mülkiyet, meslek ve yaş bariyerleriyle birbirinden ayrılan insanlar arasında, yapılan etkinliğe has olarak özgür ve dostane bir ilişki biçimi egemen olur. “Başka bir dünya mümkün” söyleminden bahsediyorsak, festivallerde bu olgu yaşamaktadır. Bu yazı dizisi bu alanlardaki yaşantılara dikkat çekme kaygısı taşımaktadır.



Türkiye’de H2000 festivali ile tanıştığımız kamp yapılarak kalınan müzik festivallerinin sayısı her geçen gün artmaktadır. 2003 yılında başlayan Rock’n Coke Festivali ve bu festivale tepki olarak başlayan Barışarock Fesivali’nden bu yana hem Barışarock sonlandı ve hemde Rock’n Coke (bu yıl iptal edilmiş olması gibi) ayakta durmakta zorlanmaktadır. Buna karşılık her iki festivalde bu tarz organizasyonların gelişmesine ve sayılarının artmasına yol açmış gibi görünmektedir. Gerek geçen yıl gerekse bu yıl düzenlenmiş olan festivallerin sayısında, hep bahsedilen ekonomik krize rağmen çarpıcı bir artış gözlenmektedir. Bu anlamda, bu yazı dizisinin bir amacı da klasik medya aygıtlarının manipulasyonundan uzak, yalnızca sahne üzerine odaklanmayan, festivalin bir yaşam alanı olduğu sayıltısıyla, orada yaşananları bağımsız aktarmak ve farklı festivallerin birbirlerinden ayrılan yanlarını yeşil ilkeler ve ütopya üzerinden tasvir etmek içindir.




Shanti Tribe Open Air Fullmoon Psycadelic Party

Türkiye’de rock müzik festivali organizasyonları henüz yeni yeni başlamışken, geçtiğimiz günlerde, Köyceğiz Sandras Dağları’nda, 1700 m. yükseklikte gerçekleşen festival Türkiye’de pek aşina olunmayan goa müzik severlere hitap ediyordu. Önceki yazımda belirttiğim gibi daha önceleri küçük partiler düzenleyen gençlerin bugüne kadarki en kalabalık organizasyonuydu. Yaklaşık 500 kişinin katıldığı festivalde rakam bizi yanıltmamalı çünkü herhangi bir reklam panosunda, tv’de, gazetede, afişi ya da haberi bulunmayan bir etkinlik için bu rakam aslında oldukça yüksek sayılabilir. Festival alanına ulaşmanın oldukça güç olduğunu da hatırlatmak gerekir. Eğer dev bir tüketim katedralinin, devasa sahnelerin, mümkün olduğunca şehir merkezine benzetilmeye çalışılan festival alanının ya da kendinizi evinizde hissetmenizi sağlamaya çalışan ticari rasyonalite yerine, doğal güzelliklerin büyüsüne kapılmak isterseniz goa müzik festivalleri bunun için birebir.

Kış aylarında karla kaplanan Sandras Dağları’nın, baharla birlikte eriyen suyuyla dolan krater gölünün etrafına konumlanmış olan festival alanı doğal haliyle bir kartpostalı andırmaktadır. Festivalde yalnızca krater gölü, dağlar, ağaçlar, dağçiçekleri ve çimenler gibi yeryüzüne ait doğal güzellikler değil bulutlar, güneş ve dolunaya yakın olmayla gökyüzüne ait güzelliklerin de tadı çıkarıldı.



Bu festival çoğunlukla organize edilen kitlesel müzik fesyivallerine göre oldukça farklı özelliklere sahipti. Bilet parası dışında hiçbir yükümlülük bulunmayan festivalde katılımcılar yiyecek içeceklerini dışarıdan getirebilmekteydi. Hergün akşam yakılacak ateş için odun toplanması, doğal pınarlardan su taşınması gibi işlerin bölüşülmesi ampirik komünal yaşamın izlerini taşımaktaydı. Bu sebeple katılımcıların kendisini “şirinler”e benzetmesi boşuna değildir. Çoğunlukla festivallerde yeme içme standları oldukça önemli yer tutmasına rağmen ve bundan kar edilmesine yönelik rekabetler oluşurken, bu festivalde bu olgular oldukça önemsizdi denebilir. Küçük bir köfteci, gözlemeci ve mutfak dışında yiyecek satışı yoktu. Yine buna benzer bir mobil minibüs, bar görevi görüyor ve çoğunlukla tüketilen bira buradan tedarik ediliyordu.

Festivale renklilik hakimdi. Bu renklilik kimi zaman rasta modeli saçlarda ya da pembe, mavi gibi pastel renklerin de yer aldığı saç modellerinde gözlenebilirdi. Bununla birlikte özellikle rainbow turlarından gelen katılımcıların oldukça eskimiş yırtık-pırtık tişört ve şortların da yer alması çeşitliliği artırıyordu. Vücutlara işlenmiş bol bol dövmeler, çeşitli takılar, bileklikler, kolyeler, bandanalar, şapkalar, otantik ve oldukça rahat kıyafetlerde de aynı renklilik vardı. Bu durum ise temelde giysilerin önemsizliğini vurgulamaktadır.

Üç günlük festivale bir gün önceden giden ve sonrasında iki gün daha orada kalanlar vardı. Bu sebeple festivalin altı gün sürdüğü de söylenebilir. Hatta bu yüzden iki ayrı festival vardı denebilir. Bunlardan birisi müzik henüz başlamamışken veya bittikten sonra yaşanan kamp yaşamı, diğeri ise müziğin başlaması ve hiç durmamasıyla yaşanan parti yaşamı.



Müziğin başlamasıyla birlikte tüm yaylayı dolduran ritimler, yapılan tüm işlere yansımaktaydı. Tüm işler dans ede ede yapılıyor, herkeste bir kıpırtı gözleniyordu. Ağaçlara vurulan lazer gösterileri ile ağaçlar canlanıyor, dekorlardaki fosforlu renkler geceyi aydınlatıyordu. Gece dolunayda, sabaha karşı sisli krater gölü eşliğinde, öğleye doğru güneş altında veya yağmur yağarken, hiç durmadan dans ediliyordu. Danslardaki özgürlük duygusu ise yalnızca hoplama, zıplama, tepinme dışında karnavalesk görüntüler yaratıyordu. Örneğin bir çam ağacı eşliğinde bornozuyla dans eden insanlar, ya da türlü kostümlerle gösteriler sunanlar, dans ve müziğin kuralsızlığını ve en eski doğasını yansıtıyordu. Dans pistinde müzik eşliğinde sek sek oynayanı bile gördüm.

Müziğin bitmesiyle festival sonrası alanda kalmaya devam eden, özellikle rainbow turlarından katılan insanların kendi müzik aletleriyle ateş başında yaptıkları müziklerle festival başka bir boyut kazanıyordu. Telli, vurmalı müzik aletleri yanında otantik müzik aletleri çeşitliliği artırıyor, esasında herkesin çalabileceği bir müzik aletinin olduğunu gösteriyordu. Bu festival bu haliyle edilgen biçimde izlenen değil aktif biçimde yaşanan özelliklere sahipti. Örneğin alanın her tarafında; gerek standlarda gerekse katılımcıların yanlarında getirdikleri, maharet gerektiren poi, üç top, labut veya türlü müzik aletleri bilenler tarafından sıklıkla oynanmakta, bilmeyenler tarafından ise denenmekteydi.


Müzisyenlerin “star” olmadığı dj setinden ayrıldıktan sonra festivaldeki insanlara karıştığı, organizasyonda görevli kişilerin katılımcılardan farksiz olduğu bu festivale ilişkin notlara bundan sonraki yazılarımda da değineceğim. Son olarak psycadelic müzik severler için 26 Temmuz – 1 Ağustos tarihleri arasında Sinop’ta gerçekleşecek festivali haber vermeden geçmeyelim. Mind Manifest Project’in düzenlediği Elemental Evolution isimli festival ilk olarak geçen yıl Foça’da düzenlenmiş ve oldukça başarılı geçmişti. Bu yıl daha güzel olacağa benziyor. Bilgi için facebook’tan Mind Manifest Project sayfasına bakabilirsiniz.

Son olarak ise festival katılımcılarının mutluluk seslerine yer veriyorum. Festivale katılmış kişiler şöyle söylüyor.

Erkan: Festivalde iki köpeğin birbirleriyle dalaşmasını gördükten sonra insanların diğer canlılara göre ne kadar bilinçli varlıklar olduğunu gördüm. Festivalde çıkan tek kavga iki köpeğin ufaktan dalaşmasıydı.

(Bu sözün üstüne Burcu ise şu yorumda bulunuyor.)

Burcu: Kurt köpeklerinin içgüdüsel bir şekilde birbirlerine herhangi nedenlerle saldırılarını izledikten sonra insanlarda, diğer canlılardan ayıran en birincil özellik olan bilinci ve farkındalığı tekrar gördüm. Bu kadar basit ve bu kadar karmaşıklığı da birarada tekrar gördüm insanda.

Tuğba : Sevgi, barış, birlik ve mutluluk dolu mükemmel bir festivaldi.

Burcu: Ne için yapılıyor bu festivaller? İzmir, İstanbul, Mersin, Ankara.. v.s.. Türkiye’nin dört bir yanından uzaklıklara aldırmadan kendilerini dağlara ormanlara yalnızca müzik yalnızca roleplay, yalnızca kampçılık için mi atıyor bu insanlar? Neyin peşinde olabilirler? Hepimizin farklı nedenleri olsa da detaylarda uzlaşılan konuları deşip çıkartarak birçok önyargıyı ortadan kaldırabilir. Belki de ortak bir şekilde peşinde koşulan şeylerden biriside bu. Doğu ile batı, eski ile yeni, var ve yok arasında sıkışıp kalınan bir boyutta sınırsızlığın özgürlüğün, çizilen sınırlarda, belirlenmiş ve kontrol altında haykırılışı. Aslında konu yasaklar ya da kurallarla ve bunlara karşı durmakta değil. Müzikle, resimle, mühendislerle, güneş panelleriyle sadece durarak, dansederek, izleyerek büyülenerek, “doğa” da (evrende) bizden önce varolanlarla uyum içinde yaşanılabileceğinin, bilinçli tüketim ve sınırsız üretimin harmonisi. Nirvanaya ulaşmayacağız belki ancak James Gleick “Kaos”’u okuduğumdan beri entropinin ve küçük değişimlerin, minik titreşimlerin büyük tabloda yapabileceği değişikliklere(etkilere) inanarak, toprakta özgürce dansediyor, içimden çıkan titreşimleri hissediyor, yaratıyorum, hayatın akışını takip ederek yaşıyorum ve bir kere daha gördüm ki “düşünce” gerçek güçtür.. ve fikirler katledilemez.

Orkun : Festivalde müzik ve gösteriler çok iyiydi.

Deniz : Tüm dostlarımla mucizevi bir doğada bulutuğum için kendimi şanslı hissediyorum. Varolupta yaşatılan her dakika her paylaşım festivalle bir bütün oldu. Çok eğlendim ve çok huzur buldum. Shanti shanti shanti (huzur barış huzur)

Ece : miyav,, miyav

Hasan : Booom bo lathe

Fulya : Büüyüük!

Ezgi : karınca kararınca,

yuvalarından çıkmış bizler

gene çok eğlendirdiler beni

en çok da ben eğlendirdim kendimi

ben çok rahatlayınca

içimdekini paylaştım.

Festival karınca böcük

dans eden ağaç

buharlardan göl rüyasıyla

ben ve herkes :)

* ilk üç fotoğraf Can Altuğ, 4. fotoğraf Cem Koçyiğit, 5. fotoğraf performans Şafak Yüreklik.